Bir Ağustos ayının daha son günleri gelmiş. Ankara’nın kavurucu sıcağı üzerime kabus gibi çökmüş, bütün yaz boyunca durmaksızın ev taşıdığımı bana hatırlatıyor. Bir süre önce motosikletimi satmışım, aralıksız motosiklet arıyorum, her türlü seçeneği düşünüyorum. Naked’ların biri geliyor, supermoto’ların diğeri gidiyor aklımda. Böyle bir Ağustos günü, “acaba ne alsam” diye kafa patlatırken, yol üzerindeki bir Honda bayiine uğruyorum. Sergilenen motosikletlere baktığımda, karşımda 2013 model, çil çil bir Honda CBR600RR duruyor.

Kasedi biraz geri saracak olursak, 2009 yılında aldığım ilk vitesli motosikletim Aprilia RS125’i görebiliriz. Aynı şekilde, satarken “püüü, bir daha spor motosiklet alırsam ne olayım!” dediğimi de. Yıl oluyor 2013, ve ben tükürdüğümü yalayarak, Honda bayiinden elimde bir satış sözleşmesi ile çıkıyorum. Artık 2013 model bir CBR600RR’ım var. Motorun plakası vs.’si çıkması bir hafta kadar sürüyor, ama o bir hafta bana yıllar gibi geliyor. Ancak gün geliyor, ve ben kaseyi 600RR’ın selesine yerleştirip marşa basıyorum. Kullanmamın 5. dakikasında “oturuş pozisyonuna bak, bu iş nasıl olacak?” diye sorular kafamda uçuşuyor. Gerçekten “düzgün oturmazsanız” (düzgün oturmak = dirsekler kırılı, gidon yumuşak bir şekilde tutuluyor, sırt azıcık kambur, “bazı organları” seleye yaslamadan dizler depoyu tutarken, ayak parmak uçları ayaklıklara basıyor.) motor sizi çok acı şekillerde cezalandırıyor. Artık ördek poposu pozisyonuna mı sokar, 10 dakika sonunda bileklerinizi mi felç eder, sert frenle depoya mı oturtur, onun insafına kalıyor. Sizin motora “hüüoop karrdeşim, burada kontrolü elinde tutan benim!” diyebilmeniz için, tekniklere hakim olmanız lazım. Özellikle, hayatınızı kolaylaştırması için “tırtıklı depo tüneme yapışkanı” familyasından bir ürün seçebilirsiniz. (Örneğin StompGrip, ProGrip vs.)
Şimdi, acılar içinde gaz açamamak ile geçen rodaj hikayesi kısmı var, ve anlatacak olursam, okuyanlar camdan atlamak isteyebileceği için geçiyorum. Takvimler 15 Eylül 2013’ü gösteriyor, İstanbul Park’ta WSBK yarışı, Kenan’ın kıl payı galibiyeti ile sonlanmış, İstanbul’a gelirken rodajın da bitmesi üzerine bakım işini de halledip Ankara’ya dönmek üzere marşa basıyorum. RR’ın gazını ilk defa tam açabileceğim, bir abimizin “aklın uçacak, spor motor bambaşkadır” lafları kafamda uçuyor.
600cc’lik 4 silindirlilere fazla yabancı değilim, 600RR’dan önce uzun bir süre CB600F Hornet sahibi olmuşluğum var. Eşten-dosttan araklamalar, babamın motosikletlerine sulanmalar ile yaptığım derin araştırmalar, ve seleye “ohş” sesleri ile yayılarak kaba etim ile yaptığım hassas ölçümler sonucunda, üç aşağı-beş yukarı nasıl hızlandıklarını ve gaz tepkilerini biliyorum. Rodajdan taze çıkmış 600RR’ın gazını açıyorum ve ibrenin, devir saati üzerinde hareketine bakıyorum:

Yedi-sekiz-dokuzononbironüçonaltıııııııı!!!
Alt devirlerde iken “Hornet’ten de çok farkı yokmuş canım” dediğim motosikletim, artan her bin devir ile beraber, elektronik eşya mağazası açılışındaki indirimde, kasaya televizyon taşıyan yurdum insanı şevkiyle ileri atılıyor. Güç, sokak kullanımı için amaçlanmış motosikletlerdeki gibi eşit dağılmamış, üst devirler yumruk gibi beynime beynime iniyor ve ben daha önce görmediğim bu hızlanmaya beynimi alıştırmaya çalışıyorum. Ama yolculuk eninde sonunda bitiyor ve şehir içi çilesi başlıyor. Önüme kırma ve aniden frene basma konusunda çok hevesli sürücülerimizin arkasında, 4 pistonlu Tokico monoblok kaliperler ve 310mm’lik çift diskin gücünü sık sık test ediyorum. Fren performansı gerçekten çok iyi ve manete yapılan her hamle, gözlerin pörtlemesi şeklinde cevap alıyor.

Ülkemizde yalnızca şehir içi kullanımı için, spor kullanım amaçlanarak yapılmış bir motosiklet almak, dünyanın en iyi aşçılarına, en kaliteli malzemelerden yemek yapmalarını rica edip, sonra size en mükemmel haliyle servis edilen bu yemeğe, diş fırçanızı banıp dişinizi fırçalamaktan farksız.
Virajda gazı açıyorsunuz ve arka lastik yurdumuzun güzide asfaltında tutunamıyor, en ufak gaz kolu hareketiniz yola uzun siyah çizgiler halinde bıraktığınız Türk liraları haline dönüşüyor. Virajlar kararlı, ama sizin aklınızda hep trafikte hayatta kalma korkusu var, bu nedenle motosikletin limitlerini felan konuşacak halim yok. Benim fikrim, eğer Soichiro Honda, gündelik işlere koşturan 600RR’ların çektiklerinden haberdar olabilseydi, başta Tadao Baba olmak üzere tüm mühendisleri yollar, tası tarağı toplayıp tofu (soya sütünden yapılan bir Japon peyniri) dükkanı açardı. Zaten kim “600’lük de bana çok yavaş geliyor yahu” diyorsa, külliyen yalandır, o kendi yeteneklerinin sınırına dayanmıştır. İstanbul Park’ta 2:00 dönebilenimiz varsa (World Supersport İstanbul Park dereceleri), şapka çıkarır, FIM merkezine kadar da sırtımda taşırım.

Yazının ikinci bölümünde anlatmaya çabalayacağım 600RR’ın ve benim pist ile ilk buluşmamız kısmında, bu kadar mühendis adamın oturup sokakta doğru düzgün tadını bile alamadığımız bir motosikleti neden yaptıklarına ve resmin yavaş yavaş yerine oturmasına değineceğim.
Merhaba arkadaşlar cbr 600 rr alacağım ama 2. El alacağım hangi yılın motorunu alayım yardımcı olursanız sevinirim.